ERCAN ŞAHİN Resmi Web Sitesi                                                                                                            
  
 
 
 
 
 

 

  Klasik Müzik Tarihi

Barok Dönem


Barok dönem, 1600 ile 1750 yılları İtalya’daki opera denemeleriyle başlamış, J.S.Bach’ın ölümüyle sona ermiş, ve tüm müzik türlerinde günümüze kadar kalıcı olan değişikliklerin oluşmasına neden olmuştur.

Barok müzik, bir döneme adını vermekle birlikte mimari başta olmak üzere diğer pekçok kategoride de değerlendirilebilmektedir. Barok Portekiz’ce barroco (düzgün olmayan inci) kelimesinden gelmektedir. Mimarlıkta, deniz kabuklarına benzer eğmeçli bezemelerden meydana gelen , 17. yüzyılda kısmen de 18. yüzyılda Avrupa'nın özellikle Katolik ülkelerine (İtalya, İspanya, Potekiz, Avusturya, güney Almanya, Belçika ve Latin Amerika'ya yayılmış olan üslup olarak göze çarpar. Barok sözcüğü yanlızca 17. yüzyıldaki genel tutumu nitelendirmekle kalmamış, Helenizm ile Gotik'in geç dönemlerindeki bazı belirtilerin anlatılmasında da kullanılmıştır. Furetiére'in 1690'da hazırladığı Fransız dilinin ilk sözlüğüne göre "barok", "tam yuvarlak olmayan incileri anlatmakta kullanılan bir kuyumculuk terimi"dir.

 

 

Saint-Simon 1711'de "garip ve rahatsız edici bir düşünce"yi anlatmak için barok sözcüğünü kullanmıştır. Fransız Akademisi sözlüğü de 1694'teki ilk baskısında Furetiére'in tanımlamasını olduğu gibi benimsemiştir. 1740'taki baskı ise mecazi anlamı benimsiyordu: düzensiz, tuhaf, eşit olmayan. Jean Jacques Rousseau'ya göre "barok müzik, armoninin açık seçik olmadığı, modülasyonlar ve uyumsuzlukla dolu entonasyonları güç ve hareketi zor olan müziktir". Yapı sanatı ile ilgili ilk tanımla 1788 yılında "Encyclopédie méthodique"te karşılaşılmaktadır: "mimarlıkta barok, tuhaflığın bir nüansıdır". Öyle anlaşılıyorki bu isim, dönemin başlangıcında resim ve heykel çalışmalarındaki değişikliklere gösterilen şaşırmış reaksiyon sonucu çıkmıştır.

Rönesans dönemi, tüm sanat dallarında sadelik, temizlik ve saflık dürtülerini güçlendirmesine ve duyguları daha yumuşak bir anlatımla ifade etmesine karşın, özellikle müzik alanında, sürekli kullandığı tekdüzelikden dolayı giderek sıkıcı olmaya başladı. O kadarki, rönesans dönemi bestelerinin en belirgin özelliği çalgıların aynı anda başlayıp aynı anda eseri bitirmeleri olarak anlatılabilir.

Barok dönemle birlikte, müzik "kontrast" kavramı ile tanışır. Aynı tınılardaki çalgılar birbirleriyle savaşırcasına, birbirleri ile karşıtlık oluşturarak eserde yerlerini alırlar. Klasik Dönem sanatçıları dahi, her ne kadar Barok dönem eserlerini karmaşık, süslü, zevksiz ve abartılı olarak adlandırsalar ve "Barok" kelimesini aşağılayıcı manada kullansalarda kendi kullandıkları ve günümüze kadar uzanan birçok armoni kuralını bu dönemin ustalarınan öğrenmişler ve yer yer kopyalamışlardır. 150 yıla yayılan bir süreci etkileyen Barok akımı, kimi müzik tarihçilerine göre 2, kimine göre 3 evreli bir dönemdir. Fakat herkesin kabul ettiği ortak düşünce ise son dönem "Olgun Barok" Johann Sebastian Bach'ın etkisi altında geçmiştir.


Barok müziğinin yapısında en belirgin özellik, müzikde "kontrast"lar kullanılması olmuş ve bununla birlikte konçertolar devri başlamıştır. Müziksel ifadeyi güçlendirmek için kullanılan ses düzeyinin alçalıp yükselmesi Barok dönemde keşfedilen ve gelişen işaretlerle başlar. Ortaçağ ve Rönesans'ta ses şiddeti, hep aynı seviyede kullanılmaktaydı. Barok dönemde "Piyano - düşük ses" ve "forte - gür ses" terimleri ile eserlerde ses şiddetinin önemi ve katkısı görülmeye başlar.

Barok dönemin bir diğer yeniliği bu döneme kadar olan müzikal yapıda bulunmayan ve eserin başka bir bölüme geçeceğini veya bittiğini belirten bir olgunun kullanılmasıdır. Eserlerde kapanışlar ve geçişler daha güçlü yer alır.


Kontrastlar üzerine kurulan Barok müzikte ritmik yapıda da büyük gelişmeler olur. Rönesans'tan Barok müziğe sıçrayan metine bağlı müzikal anlatım, konuşma dilindeki vurguların abartılmasına neden olur. Barok dönemde doğan Opera ve kantatlar günümüzde de aynı kurala bağlı kalınarak abartılı bir dilde seslendirilirler. Barok dönemle beraber çalgı müziği büyük ilerleme gösterir. Yalnız çalgılar için bestelenen yapıtlar çoğalır. Ses müziği ve çalgı müziğinin birleştirilmesi de Barok dönemde filizlenir. Eşlik görevi gören sürekli bas çalgıları ve insan sesi birleşir. Kontrast oluşturmak amacıyla eşlik çalgıları tekdüze hareket ederken, vokal hareketli ve süslü davranır. 16.yüzyılın sona ermesiyle birlikte İtalyan besteciler madrigal adını verdikleri, şiirler üzerine yazdıkları çok sesli müzikler üzerine yoğunlaşmaya başladılar. Monteverdi’nin opera eserleri ve madrigalleri, barok dönemin ilk zamanlarının zirve noktası olmuş ve daha sonra gelecek müziğe liderlik etmiştir. Dinsel bir tema üzerine kurulu dramatik eserler olan oratoryolar, kökünü Roma’dan alırlar. Avrupa’ya yayılması ise Alman-İngiliz besteci George Frideric Handel sayesinde olmuştur. Bugüne kadar gelmiş geçmiş en önemli oratoryo olan Messiah oratoryosu G.F.Handel tarafından İngiltere’de bestelenmiştir (1741). Sonat, kendini barok dönemin ilk zamanlarında bulmuş bir başka müzik tarzıdır. İtalya’da sonat, yavaş ve hızlı dans parçalarından oluşan eser veya yavaş-hızlı kontrastlarıyla gelişen eserlere denir(daha sonra bu tarz kiliselerde kullanıldı). Arcangelo Corelli gibi her iki tarzda da müzik yapan besteciler olmuştur. İtalya’nın dışında süit adı verilen dans parçaları yaratılmaya başlandı. Süitler de büyük bir gelişimin habercisi olsalar da, sonatlar kadar önemli bir kilometre taşı değillerdi. Süitler, kantatlarda olduğu gibi tek bir çıkış noktasından hareketle iki veya üç bölümlü forma ulaşırdı (örneğin Domenico Scarlatti’nin klavye sonatları gibi), Bach’ın bestelediği 1’den çok formlu eserler gibi. İlk sonatlar, ya tek bir enstürman ya da küçük bir grup için yazılırdı. 17.yüzyılın sonlarına doğru(barok dönemin ortaları), bu sonat formu konçerto grosso şekline dönüştü. Solist grup ise genellikle concertino (iki keman ve continuo) olurdu. Daha sonra ise konçerto durumuna dönüştü. Bach’ın Brandenburg Konçertoları konçerto grosso stilinin bu dönemdeki en iyi örneklerinden şüphesiz birisidir. Ayrıca en az Bach’ın olduğu kadar, Antonio Vivaldi’nin solo konçertoları da bu dönemin en önemli modellerinden oldu.

Sonat, konçerto ve vokal formları gelişiminin ortalarında, barok dönemin bir başka önemli özelliği ortaya çıkmaya başladı : Tonalite. 16.yüzyılın ortalarında eski kilise modları, yeni anahtar bağları konseptiyle yer değiştirmeye başladı. Barok dönemle birlikte besteciler bir anahtardan diğerine atlamaya başlamıştı. Zamanın kromatik müziğini üretmeye başlamışlardı.

Zamanla, anahtarlar arasında ki bağ ve geçişler bir sistem halini aldı. Bach’ın İyi Düzenlenmiş Klavye(Well-tempered clavier) adlı eseri bu bağı anlamak için iyi bir örnektir. Bu eser ayrıca bir başka iki önemli barok özelliği yapısı içinde barındırmaktadır : Prelüd ve füg.

Barok dönemin en gözde çalgıları klavsen ve harpsikort’tu. Bunlar seslerin hafif veya kuvvetli çıkmasına olanak sağlamayan bir düzeneğe sahiptiler. Oysa barok dönemde gelişen, müzikal anlatımı güçlendiren müzik sembolleri ve o dönemde ihtiyaç duyulan hafif ve kuvvetli çalımlar önemli bir unsur halini almıştı.

Barok dönemde icat edilmesine karşın dönemin bestecileri piyano için eser yazmazlar. Klavsene göre cılız bir sese ve sert tuşeye sahip piyanoya eser veren ilk besteci Muzio Clementi’dir. 1773’de daha on sekizindeyken piyano için üç sonat yazmış, çalgıyı popüler hale getirmiştir. Bach gibi ünlü Barok dönem bestecilerinin günümüzde piyanoda çalınan eserleri aslında piyano için yazılmamıştır. Dolayısıyla “piyano” ve “forte” gibi nüanslar ve “staccato” gibi çalım tekniklerinin hiç biri eserlerin aslında yoktur veya çok azdır.

Bütün bu değişiklikler birbirlerine paralel olarak geldi ve barok dönemi oluşturdular. Eski kurallardan ve polifonik takıntılardan kurtulunması, yeni bir tarz ve kural geleneği yapma gereğini doğurdu. Bu da, kadanslar veya armonik geri planlar üzerine doğal olarak solistlik yapan, melodiyi ortaya çıkardı. Bu armoniler içinde sequence(zincirleme)’i getirdi ve tüm bu armonik gelişimler bir yandan da ritmik gelişmeleri doğurdu. Bas bölümleri, Orta Avrupa dans müziğinin tipik ritmleriyle kaynaştı ve tüm bunlar barok müziği barok müzik yaptı.

Barok dönemde müzik, modern müzikal dilin gelişiminde kuşkusuz en önemli kilometre taşı olmuştur. Bu 1,5 yüzyıl içerisinde, müzikal formlar değişip geliştikçe bir yandan da daha sonrasının ve bugünün müzik standartlarını belirlemeye başlamıştı. Tonalite ve akor tonlaması çok büyük önem taşımaktadır. Bir başka önemli özellik ise müziğin, bu dönemde evrensel bir dil taşımaya başlaması, ulusallıktan çıkıp tüm Avrupa ve dünyaya seslenmesidir.

BAROK ÜZERİNE İLGİNÇ NOTLAR

Dr. Georgi Lozanov, ünlü Bulgar psikoloğu, dakikada yaklaşık 60 vuruşluk bir tempo ile barok müziği kullanarak yabancı dilleri öğretme konusunda bir yöntem geliştirdi. Öğrencilerin öğrenmesi normalden çok daha kısa sürdü. Dönem içinde öğretilecek olan normal sözcük bilgilerinin ve deyimlerinin yarısı (1000'e yakın sözcük ve deyim) tek bir günde öğrenildi. Bunun yanında öğrencilerin öğrendiklerini akıllarında tutma oranı ortalama %92'ydi! Dr.Lozanov bu sonuçlarla belirli Barok parçalarını kullanarak yabancı dillerin %85-100 verimle normal süreleri olan 2 yıl yerine 30 günde öğretilebileceğini kanıtlamış oldu. Barok müzikle öğrenen öğrenciler dört yıl boyunca kullanmasalar bile %100 doğrulukla ikinci dillerini anımsayabilmişlerdir!

Binlerce öğrenciye sahip olan 'The Center for New Discoveries in Learning' yıllardan beri hem derslerde hem de öğrencilerin ders çalışmalarında müziğin kullanımını araştırmaktadır. Mozart ve belirli Barok parçalar (dakikada 60 vuruşluk tempolarla kaydedilmiş olanlar) kullanan öğrencilerin daha sakin olduklarını, daha uzun çalışabildiklerini, öğrendiklerini daha uzun süre anımsayabildiklerini ve öğretmenlerinden öğrendiğimiz kadarıyla daha iyi notlar aldıklarını gözlemledik.

Doğru tempoda kaydedilmiş bu özel müzik parçaları en yüksek öğrenme/anımsama etkisi için beynin sağ ve sol bölümlerini harekete geçirir. Müzik beynin sağ tarafını harekete geçirirken çocuğunuzun okuduğu ya da sesli söylediği sözcükler sol tarafı harekete geçirir. Araştırmaya göre bu da öğrenme potansiyelini en az beş kat artırır. Kulağınız düzenli, saniyede bir vuruşluk Barok müziğini duyduğunda kalbinizde tempoya uygun olarak düzenli bir şekilde atar. Bu rahatlamış ve aynı zamanda zinde durumdayken zihniniz daha kolay konsantre olabilir. Müzik, fizyolojik durumumuzu karşılar ve onu etkiler. Ağır zihin çalışmaları gerektiren işlerde nabzımız ve kan basıncımız artar ve genelde bu durumdayken konsantre olmak daha zordur. Barok ve Mozart parçalarından tempoları düşünülerek özellikle seçilmiş olan bazı CD'ler kan basıncınızı ve nabzınızı düşürürken aynı zamanda öğrenme yeteneğinizi artırır. Ders çalışırken, iş yerinizde ya da araba kullanırken Mozart, Vivaldi, Pachabel, Handel ve Bach gibi bestecilerin müziklerini dinlemenin yukarıda anlattığımız türde sayısız yararları vardır.


Batı’da Klasik müziğin dönüşümü, kamusal alanda dolaşıma girmenin, müziği nasıl aristokrasinin hegemonyasından çıkardığını gösteren canalıcı bir örnek. 18. Yüzyıl, bilindiği gibi, Avrupa’da müziğin Barok yüzyılıdır. Haendel gibi, Haydn gibi, Mozart gibi, Bach gibi, Barok müziğin büyük ustaları bu yüzyılda vermişlerdir eserlerini. Ama Barok müzik, feodal aristokrasinin özel alanına ait bir etkinlik olarak kalır bu yüzyıl boyunca... Werner Stark’ın, The Sociology of Knowledge’da belirttiği gibi, Haydn, Kont Esterhazy için müzik bestelemekte, bu müzik, Esterhazy Şatosu’nda, ona ait olan özel alanda icra edilmektedir. (Haydn, bu şatoda, yemeklerini Esterhazy Kontu’nun uşaklarıyla birlikte yemektedir!) Klasik müzik, kamusal alanda dolaşıma girmemiştir henüz. Bu, ancak 19. Yüzyılda gerçekleşecek ve mesela Beethoven’in müziği, kamuya açık alanlarda, bu yüzyılda icra edilebilecektir..

Salon müzik ilişkisine örnek: Barok müzik, J.S.Bach dönemindeki besteciler kiliselerde, belediye ve saraylarda veye bir operada görevliydiler. Bu yerlerin ortak özellikleri küçük olmaları idi. Genellikle dikdörtgen şeklinde yansıtıcı yüzeylere sahiptirler. Bu akustik çevrelerdeki yankılanma süresi kısadır. Böyle bir çevrede çalınan müzik çok parlak olur ancak seslerin dolgunluğu azdır. Klasik dönem Haydn, Mozart, Beethoven, bu dönemdeki orkestrada 40 kadar çalgıcı bulunuyordu. Yaylı, ağaç üflemeli, prinç üflemeli, vurmalı çalgılar kullanılıyordu. O zamanki konser salonları şimdikilerden küçüktü. Dinleyiciler ise 300-400 kişi kadardı. Bu salonlar, tümüyle doluyken yankılanma süresi 1,5 s olmaktadır. 19 yy daha büyük yapılar inşaa edildi ve süre 1,5 s- 1,8 s aralığına uzadı. Bu gün Klasik dönem müzikleri için en iyi yankılanma süresi 1,5 –1,7 arsında kabul edilmektedir. Romantik devir daha kişiseldir. Bestecinin duygularının anlatımı önemlidir. Brahms, Wagner, Çaykovski, Debussy gibi bestecilerin dönemidir. Daha dolgun seslere ve daha uzun yankılanma sürelerine ihtiyaç duyulur. Bu dönemde yankı süreleri 2 s ye kadar uzamıştır. Bu gün romantik müzikler için yankılanma süresi 1,9 s - 2,2 s arasında kabul edilmektedir.



Barok Dönemde Tarihe Düşülen Notlar


1604.....William Shakespeare Othello’yu yazdı

1607..... Kuzey Amerika’da ilk kalıcı İngiliz kolonisi Jamestown, Virginia kuruldu

1609.....Galileo Galilei Jüpiter’in uydusunu keşfetti

1611.....İncil’in yetkili versiyonu King James Bible yazıldı

1618.....30 yıl savaşları başladı

1619.....İlk siyah köleler Virginia’ya ulaştı.

1625.....Francesca Caccini, tarihçilere göre ilk kadın besteci, La Liberazione di Ruggiero besteledi ve Polanya’da 4. Wladyslaw’ın resepsiyonun icra edildi.

1628.....William Harvey kan dolaşımını buldu

1631.....İngiltere’de Chloridia adlı eserin icrasında ilk profesyonel kadın şarkıcılar yer aldı


1632.....Oughtred slide rule’ buldu

1633.....Engizisyon Galilei’yi söylediklerini geri almaya çağırdı

1639.....Fransa 30 yıl savaşlarına katıldı

1639.....Virgilio Mazocchi ve Marco Marazolli tarafından ilk komik opera, Chi Soffre Speri Roma’da icra edildi.

1642 – 1646..... İngiliz iç savaşı

1647 – 1659..... Fransız – İspanyol savaşı
Fransız iç savaşı

1654 – 1667..... Rusya – Polonya savaşı

1655 – 1660 .....Brandenburg – Rusya savaşı

1660 ..... İngiltere’de monarşi yeniden kuruldu

1664 – 1666 ..... Newton yerçekimini buldu

1666..... İtalya Cremona’dan Antonio Stradivarius ilk kendi imzasını taşıyan kemanı yaptı.

1666.....Newton ışık spektrumunu buldu

1671..... Leibniz toplama makinasını buldu

1675..... Londra’da St.Paul kathedralinin inşaatı başladı, Greewich rasathanesi kuruldu. İlk ışık hızı ölçüldü.

1677..... Bakteri bulundu

1683.....Türkler Viyana’yı kuşattı

1687..... Türkler Mohaç savaşını kaybetti

1689 – 1697.....Kuzey Amerika’da İngiliz – Fransız savaşı

1696..... Thomas Savery Buhar makinasını keşfetti

1699.....Avusturya’lılar Macaristan’ı Türklerden geri aldı

1705..... Reinhard Keiser Octavia adlı eserinde ilk kez Fransız kornalarını kullandı

1714 ..... Fahrenheit civalı termometreyi buldu

1725.....Vivaldi 4 Mevsim’i yazdı

1742.....Handel’in Messiah adlı eseri Dublin’de muhteşem bir seyirci karşısında ilk kez sergilendi.

1752.....Büyük Britanya Gregorian takvimine geçti.

 

KLASİK DÖNEM

Özellikle müzikte olmak üzere,birçok alanda sık sık kullanılan “klasik” kelimesi, ülkelere ve çağlara göre çok değişik gerçeklikleri kapsar. “Klasik”müzik “popüler” veya hafif diye adlandırılan müziklerin karşıtı gibi ele alınabilir ve o zaman Pérotin den (ykl.1200)Pierre Boulez in izleyicilerine (XX.yy sonu) kadar bütün yüksek (veya ciddi)Avrupa müziğini içine alır. Bu bağlamda ( Avrupa dışı müziklerin tersine) “klasik” müzik ile “çağdaş”müzik ayrımı yapılabilir ve çağdaş müzik, mesela Debussy’den veya Boulez-Stockhausen kuşağından (1945) başlatılabilir. Aynı şekilde klasik müzik, romantik müzikten,barok müzikten,Rönesans müziğinden ve ortaçağ müziğindende ayrılmaktadır.Ne var ki bu anlamda Lully ve Rameau’nun Versailles klasikçiliği ile Haydn, Mozart ve Beethoven’in Viyana klasikçiliği, ne zaman, ne teknik, nede estetik olarak biribirine karıştırılamaz; hatta bunların birinden ötekine geçişi, çok önemli bir kültür olayı olan “Soytarılar savaşı” (1752 de, Fransız müziği ile İtalyan müziği taraftarları arasında Pariste çıkan sanat kavgası) simgeler.Edebiyatta olduğu gibi müziktede “klasik”teriminin kullanılışı çok eski değildir (ilkin 1800 ler civarı) ve “romantik” teriminden daha sonra kullanıldığı kesindir.Son olarak şunuda belirtelim ki, Goethe’den itibaren, yani XIX.yy’ın başından beri müzikteki klasik-romantik karşıtlığı, zihinleri, özellikle de yazarların zihnini epeyce meşgul etmiştir.


Müzikte son baroğun en büyük temsilcisi olan Bach 1750 de Leipzig de öldüğünde genç Haydn Viyana da ilk eserlerini yazıyordu. Bu olaylar bir yüzyılı iki eşit döneme ayırır. Birinci yarıya Bach hakimdir. İkinci yarıdaysa Haydn yepyeni bir sanat ve toplum bağlamında, Mozart ile birlikte, Viyanayı en azından yaratıcılık açısından, Avrupanın müzik merkezi haline getirir. Bu iki besteci xvııı. yy ın ikinci yarısıyla özdeşleşir. Sonraki kuşaklar geriye dönüp baktıklarında böyle düşüneceklerdir. Özellikle Bach, ortaçağdan ve Rönesans’tan devralınan birikimi en uç noktasına ve zirveye ulaştırmıştır. Oysa onun çağdaşı olan bestecilerin büyük bir kısmı, besteleme tekniklerinin sadeleştirilmesi , armoni ve çokseslilik (kontrpuan) yerine melodiye öncelik verilmesi gibi eğilimler göstermektedir. Bach’ın ölümünden hemen önceki ve hemen sonraki dönemlerde Bach’a oranla kesin bir yüzeysellik görülür. Yeni melodi anlayışı ileride daha da güçlenecektir, ama kompozisyon yoğunluğu bakımından bu yeni anlayışın yol açtığı kayıplar, yeni bir çokseslilik, yeni bir yoğunluk ve yeni bir müzik düşüncesi getiren Haydn ve Mozart dehaları sayesinde ancak 1780’e doğru telafi edilecektir. Haydn ve Mozart yetişme döneminde eserlerinin tek bir notasını bile bilmedikleri Bach’ın üslubundan çok uzaktır. İkisinin de üslubunun ilk belirtileri, Bach’ın ölümünden epeyce önce ortaya çıkmıştır ve Bach’ınkinden çok daha fazla Telemann, Scarlatti gibi çağdaşlarının ve 1710 dolaylarında doğmuş olan ve bazılarınca ön-klasik diye nitelenen bestecilerin üslubundan izler taşır. Ön-Klasik denilen besteciler Kuzey Almanya’da Carl Phillip Emanuel Bach (Johann Sebastian’ın dört müzisyen oğlunun ikincisi), Mannheim’da Johann Stamitz, Viyana’da Mathias Georg Monn ve Georg Christoph Wagenseil ve Milano’da Giovanni Battista Sammartini’dir. İtalyan opera bestecilerinin ve Johann Adolf Hasse gibi, Italyan olmayan ama İtalyan tarzı operalar yazan bestecilerin de apayrı bir yeri vardır.

En azından XX.yüzyılın ortalarına kadar, Haydn (1732-1809) ve Mozart’ın (1756-1791) son eserleri ve Beethoven’in hemen hemen bütün eserleri, bestecilerin ve dinleyicilerin düzeylerini belirleme konusunda mihenktaşı sayılacaktır. Özellikle bu anlamda bu üç besteci “klasik” tir. Onlar tarihte keşfedilmeye ihtiyaçları olmayan ilk bestecilerdir. Bu onlardan önceki bütün bestecilerin büsbütün unutulduktan sonra XX.yüzyılda yeniden hatırlandığı ve Haydn ve Mozart’ın eserlerinin (hiçbir zaman Bach gibi bir köşede keşfedilmei beklememişlerdir), 19. yüzyılda da günümüzdeki kadar tanındığı, anlaşıldığı ve çalındığı anlamına gelmez. Ama Haydn ve Mozart, kendi dönemlerinden günümüze kadar repertuvarda ve dinleyicinin zihninde çok sağlam bir yer edinmişlerdir. Aslında, onlar en büyük eserlerini, o dönemde ortaya çıkan ve istensin veya istenmesin, bugün de müzik hayatımızın temelini oluşturan konserler için yazmışlardır. Aynı şekilde senfonik orkestrayı yarattılar ve (özellikle Haydn) yaylılar dörtlüsünden senfoniye kadar yeni türlerin parlak örneklerini verdiler. Bu bestecilerin piyano sonatlarını ve (özellikle Mozart tarafından) temelden değiştirilen konçerto türündeki eserlerini ve operalarını da anmak gerekir. Senfonik müziği (veya orkestra müziğini) oda müziğinden ayırdılar ve Germen, hatta Viyana müziğinin, birbuçuk yüzyılı aşkın bir süre boyunca bütün Avrupa’ya hakim olmasını sağladılar. Nihayet, bu müzisyenler sanatçının özgürlüğü ilkesini iktidarlara ve topluma kabul ettirdiler.

Klasik üslup 1780-1815 arasında en parlak dönemini yaşadı. Bu dönemde Avrupa’da Fransız devrimini hazırlayan olaylar, sonra devrim, hemen ardından patlak veren olaylar yaşandı. Kökenlerine eğinildiğinde görülür ki Viyana, 1750’ye doğru diğerleri gibi bir merkezdir. Ama en küçük bir kuramsal spekülasyona girişmeksizin denebilir ki, Viyana üslubu-Başlangıçta,mesela Mannheim üslubundan daha az şaaşalı daha az heyecan yaratıcıdır- Ama çok geçmeden ( Haydn’ın 1760’lardaki senfonileriyle kesin olarak), en ileri ve en anlamlı biçimsel ve tonal arayışlarla özdeşleşmiştir. Ve sonunda, 1800 insanları için, tek başına (veya hemen hemen) orkestra müziğinin ve yüksek düzeyli oda müziğinin temsilcisiydi, hatta Viyana üslubu, orkestra müziğiyle tamamen özdeşleşti. Bu bakımdan İtalyadan ve 1789 öncesi ve sonrası Fransasından olduğu kadar, kurumsal etkinliklerin yoğun olduğu, ama Viyana okulunun üstün başarılarıyla kıyaslanabilecek hiçbirşey ortaya koyamayan Kuzey Almanyadan da ayrılır ve Empfindsamkeit tan doğrudan doğruya romantizme geçer. Öte yandan Viyana üslubu, yanlız Kuzeyin ve Güneyin (Italya) değil, Doğu ve Batının da(Haydn, Slav dünyasının çok yakınında doğmuştur) birleştiği bir yer olarak görünür. Son olarak şunu da belirtmek gerekir ki, Viyana üslubunda yanlız değişik halkların değil, değişik toplumsal katmanların duyguları da (1770 e doğru, Kuzey Almanya’da Haydn’ın avama yönelik üzlup özelliklerine karşı gösterdiği sert tepkiler, bunun kanıtıdır) biraraya gelmiştir. Viyana üslubu kültürlü kesime yönelik olanla basit halka yönelik olanı da, aristokratik olanla amiyane olanı, hiçbirine hiçbirşey kaybettirmeden birbirine karıştırdı ve bunların evrensele yönelen bir sanat dünyası doğurduğunu kabul ettirdi.

Bu insanca özelliklere, 1780lerde, 2. Joseph’in hükümdarlığı döneminde, Viyana'nın aydınlanma ruhunun getirdiği entellektüel bir kaynaşma ortamı oluşu da eklendi. Haydn ve Mozart, bu arada olgunluk dönemindeydiler ve bu ortamdan beslenmeyi bildiler. Mozartın sihirli flütü (die Zauberflöte 1791) bunun kanıtıdır, bu eser Viyana ruhunu, dolasıyla dönemin özünü yüceltmiştir. Buna tepkiler gecikmedi, ama Haydn, Yaratılış (1798) adlı oratoryosuyla Beethoven Fideliosuyla (1805-1814) hatta “Metternich Sistemi” sırasında 9. Senfonisiyle (1824) geleneği sürdürdü. 9. Senfoni, bütün insanların kardeş olduğunu ilan etmekle kalmayıp, kesinlik taşıdığı bir çağdan kaynaklanan son sarsıntıdır.


MODERN DÖNEM

Bu dönemi adlandırmada genel kabul görmüş bir terim yoktur. Çağdaş Müzik veya 20. Yüzyıl müziği gibi adlandırmalar yapılabilirse de özellikle ikincisi yüzyılın ortalarında yaşamış olan Rachmaninov, Sibelius ve R. Strauss’ uda kapsadığından uygun olmayabilir.

Yeni müzik terimi bu müzik türünün felsefesini ve 19. Yüzyıl romantizmine karşıt olan arayışları daha iyi tanımlayacaktır.

Yeni müzik Alman Avusturya romantizmine ve onun temsil ettiği herşeye bir başkaldırıyı simgeler. Değişik besteciler değişik tekniklerle başarılı örnekler oluşturmuşlardır. Bu müzik türünde Empresyonizm,Romantizm yada Barok dönem de olduğu gibi belli bir stil ya da kalıp yoktur. Besteciler belli bir tekniğe bağlı kalmak yerine birini denedikten sonra bir başkasına geçmekte bir sakınca görmemişlerdir.

Başkaldırış eser adlarında da kendini göstermektedir. Buna örnek olarak Erik Satie’nin “Like a nightingale that has a toothache” ve Trois Morceaux’ un “Three pieces in the form of a pear” gösterilebilir. Bunlar son yüzyılın romantik başlıklı senfonik şiirlerine bir reaksiyon olarak görülmektedir.

1.Dünya Savaşı sonrası bazı bestecilerin eserlerinde caz esintileri de görülür. Örn: Stravinsky “Ragtime” 1918, Copland’ın “Two Blues”1926.

Bilimdeki gelişmelere paralel olarak radyo konser salonlarına gidemeyen milyonları dinleyici haline getirmişti. Randall Thompson’un Süleyman ve Belkıs operası radyo istasyonları tarafından telif ödenerek yayınlanmıştı. 1929’dan itibaren sesli çekilmeye başlayan sinema filmleri bestecilere yeni imkanlar yaratmıştır. Fonograf’ın icadı ile dünyanın en izole bölgelerinde bile insanlara müziği istedikleri repertuarla dinleme imkanı yaratmıştır. Son olarak Televizyon kitle iletişimini en üst düzeye çıkarmıştır.


JOHN CAGE 1912-1992


Klasik müzik eğitimi görmüştür. Batı müziğinin ve bireysel anlatımın dışına çıkmak amacıyla Cage müziğinde teyp,plak kayıtları ve radyodan da yararlanmıştır. Müziği oluşturan bütün etkinliklerin tek bir doğal sürecin parçası olduğu sonucuna varmıştır.

Amacı dinleyicilerin kulaklarını süzgeç gibi değil huni gibi kullanmaya özendirmek,bestecinin seçtiği seslerle yetinmeyip ortamda ses adına ne varsa algılamalarını sağlamaktı. Buna ulaşmak için müziğinde belirlenmemişlik ilkesini gerçekleştirdi. Rastlantısallığı sağlamak ve böylece yorumcunun kişisel beğenilerinin araya girmesini önlemek amacıyla çeşitli yollara başvurdu. Örneğin yorumcu sayısını ve çalgı türlerini önceden belirlememeyi,seslerin ve bölümlerin uzunluğunu saptamamayı,uyulması zorunlu nota yazımından kaçınmayı ve bölüm sıralamasında rastlantısallığı korumayı denedi.


Cage’in en tanınmış yapıtları, yorumcunun hiçbirşey çalmadığı Dört dakika otuzüç saniye 1952,rastgele istasyonlara ayarlanan 12 radyo 24 yorumcu ve bir orkestra şefi için Düşsel manzara No:4 1951, sonatlar ve interlüdler1946-48,Fontana Mix1958, Ucuz taklit1969 sayılabilir.

 

BELA BARTOK 1881-1945


Macar besteci 22 yaşındayken 1848-49 devriminin önderi ve Ferenc’in babası Lajos Kossuth’un yaşamını anlatan senfonik şiirini yazdı.İlk çalınışında Avusturya milli marşının karikatürize edilerek seslendirilmesi bir skandala yol açtıysa da çok beğenildi. Opus 7 Birinci Dörtlü’sünde(1908-09) bir oranda duyumsanan halk müziği etkisi sonrakilerde tümüyle özümsenmiş ve yapıtlarının içinde erimişti. Opus 17 İkinci Dörtlü (1915-17) Batok ‘un Kuzey Afrika’ya yaptığı derleme gezisini yansıtan Arap motifleriyle süslüydü.Üçüncü ve dördüncü dörtlülerde1927-28 daha yoğun ses uyuşumsuzluğundan yararlanılmıştı. Beşinci1934 ve altıncıda 1939 ise tekrar geleneksel armoniye dönüldüğü gözleniyordu.

Meslek yaşamının başında Fransız etkisinde kaldığı için erken dönem yapıtlarında politonalitenin bazı belirtileri görülür.Ama daha sonraları bu
malzemeden yararlanmadı.Onun yerine Doğu Avrupa en çok da Macar ve Rumen halk usluplarını araştırdı. Müziği her ne kadar armoni açısından yoğun ve karmaşıksa da kökünü halk müziğinin modal dizilerinden dikkatle seçilmiş armonilerden kurulu bir tonaliteden alıyordu.

Bartok 2 Kasım 1936 da Türkiye’ye geldi. İstanbul Belediye konservatuarı arşivinde çalışmalar yaptıktan sonra 4 Kasım 1936 da A. Adnan Saygun ile birlikte üç konferans verdi. Gene Saygun ile birlikte Adana’nın Osmaniye ilçesi Toprakkale ve Çardaklı köylerine giderek göçerlerin müziğini taş plaklara kaydetti.

Müziği ve tutumu Nazilerle ittifak halinde olan Macar Yöneticilerin ve Kilisenin tepkisini uyandırmış ve vatana ihanetle suçlanmıştır.Çoğu Yahudi olan birtakım önemli bestecilerin yapıtlarının Nazilerce yasaklanması üzerine Goebels’e bir mektup yazarak kendisininde aynı listeye alınmasını yapıtlarının Almanya ve ona bağımlı ülkelerde çalınmasına izin vermediğini bildirdi. 1939 da Ahmet Adnan Saygun’a yazdığı mektupta ülkesinden ayrılmaya kara verdiğini ve Türkiye’de çalışabileceğini söylediyse de başvurusu yanıtlanmayarak Türkiye’ye gelmesine olanak verilmedi. Bunun üzerine ABD’ye gitti.

Yapıtlarında Stravinski gibi aksak usulü kullanan Bartok müzikte o zamana değin bulgar ritmi olarak adlandırılan bu ritm için Rumen etnomüzikolog Constantin Brailoui ile birlikte Türkçedeki aksak terimini önermiş ve bunu müzikolojiye yerleştirmiştir.




IGOR STRAVINSKY 1882-1971



Rus asıllı besteci 1 Dünya Savaşı Yıllarından başlayarak sürekli Rusya dışında yaşamı özellikle Ateş Kuşu1910,Petruşka 1911, Bahar Ayini 1913, ve Orpheus 1947 gibi bale müzikleriyle ünlenmiştir.

Stravinsky,20. Yüzyıl müziğine büyük katkıda bulunmuş, kendine özgü eleştirel tutumu özellikle ölçü,tempo, ses gürlükleri açısından önemli sonuçlar doğurmuştur.Bileşik ölçülü asimetrik kalıpları araştırmış, müzik cümlelerinde kullandığı figür ve motifleri uzatarak veya çıkararak simetrik cümleleme geleneğini yıkmıştır.Müziğe yeniden kazandırdığı şaşmayan vuruş duygusu birçok bestesinin dansa uygun düşmesine yol açmıştır.





ARNOLD SCHOENBERG 1874-1951




Avusturya asıllı ABD li besteci oniki ton müziğinin yaratıcısı,20. Yüzyılın en etkili öğretmenlerinden biridir.

1899 da yazdığı “Aydınlık gece” adlı yaylı çalgılar altılısı sanat yaşamında önemli bir adımdır.Richard Dehmel’in aynı adlı şiirinden esinlenen bu romantik yapıt yaylı çalgılar altılısı için yazılmış ilk programlı müziktir. Bütünlüğü müzik dışı bir öykü ya da imgeye dayanan yapısı ve armonileri yüzünden Viyana’daki tutucu program komitelerinin tepkisini çeken yapıt ancak 1903 de seslendirildi ve bu kez dinleyicinin tepkisiyle karşılaştı. Sonraları ise hem ilk biçimiyle, hem de Shoenberg’in yaylı çalgılar orkestrası için yaptığı düzenlemeyle bestecinin en sevilen yapıtlarından biri oldu.

Belli bir döneme kadar bestecinin bütün yapıtları tonaldi,ama armoni ve melodileri karmaşıklaştıkça tonalite önemini yitirmeye başladı. 19 Şubat 1919 da tonal kompozisyon düzeninden tümüyle yoksun ilk yapıt olan Opus11 No:1 piyano konçertosunu bitirdi.

Zengin armoni ve melodi olanaklarını değerlendirmesine yardımcı olacak yeni bir bütünleştirici ilke aradığı bu dönemin sonunda yalnızca birbiriyle bağlantılı oniki ton kompozisyon yöntemini buldu.Temmuz 1921 de bu türün ilk örneği olan Opus12 Piyano suitine başladı.

Karşılaştığı bütün muhalefete rağmen 1. Dünya Savaşı sonrası Shoenberg’in müziği artan ölçüde övgü topladı ancak besteci yaratıcı çalışmalarının olnak verdiği elektronik müzik devrimini görecek kadar yaşamadı.





AARON COPLAND 1900-1990




Copland’ın besteci olarak gelişimi dönemin belli başlı eğilimlerini ortaya koyarilk başta müziğinde caz ritimleri kullanan besteci daha sonra Stravinsky'’in yeni klasik tutumunun etkisinde kalmıştır.Kendisinin ses gürlüğü "sonorite” bakımından daha tutumlu, doku bakımından daha denetimli olarak tanımladığı soyut bir üsluba yöneldi.Bu yöneliş Copland’in sanatındaki en verimli dönemin açılmasına neden oldu. Copland ayrıca radyo ,fonograf, ve sinema gibi yeni iletişim araçlarıyla modern müziğe yatkın bir izleyici kitlesinin de yaratıldığını farkındaydı. 1930 lardan sonra geniş bir dinleyici kitlesine seslenebilmek amacıyla müziği basitleştirme çabalarına katıldı.




EDGARD VARESE 1883-1965



Fransız asıllı ABD li besteci ses üretim tekniklerinde yaptığı yeniliklerle tanınır. Disonant ve temasız, ritim açısından da asimetrik olan müziğini uzaydaki ses cisimleri olarak tasarladı. Elektronik ses donanımından yararlanma fırsatını bulduğu 1950 lerin başlarından sonra da elektronik müziğe ağırlık verdi.Brüksel dünya fuarı için yazmış olduğu elektronik şiirde (1958) sesin 425 hoparlörle yayılmasını öngördü.




GUSTAV MAHLER 1860-1911




Yahudi asıllı Avusturyalı besteci.

Çağdaş müzik eleştirmenleri Mahler’in müzikteki değişim dönemini güçlü bir şekilde etkilemiş olduğunu kabul etmektedirler. Onun yapıtlarında 20. Yüzyılda kullanılan köklü yöntemlerin habercisi niteliğinde ögelere rastlanır.Bu yöntemler arasında ilerleyici tonalite (bir yapıtın başladığı tonaliteden farklı bir tonaliteyle sona ermesi),tonalitenin çözülümü(kromatikliği ya da o tonaliteye yabancı akorları sürekli kullanarak tonalite duygusunu bulanıklaştırma),büyük orkestra içindeki solo çalgı grupları için iç içe örülü melodiler üzerine kurulmuş kontrapuntal bir yapıyı yeğleyerek orkestranın tümünün ürettiği armoniden kopuş,temaları tekrarlamak yerine sürekli değişen temalar kullanma, popüler üsluplardan ve günlük yaşamdaki seslerden (kuş,boru sesleri vb.)alaycı alıntılar yapma ve Liszt’in çevrimsel biçim’inden(bir yapıttaki temaların başka yapıtlara aktarılması) ustalıkla yararlanan teknikleri benimseyerek senfonide biçim yönünden yeni bir birlik sağlama sayılabilir.

Sanatının kişisel içeriğini ise en çok çağının hak ve özgürlüklerden yoksun insanının tinsel çalkantısını başka herhangi bir besteciden çok daha fazla yaşamış olması etkilemiş, bu da onun kişiliği ile müziğini özdeşleştirmiştir.

******************************************

Klasik Müzik Tarihinden Bazı İlginç Notlar

ROSSİNİ hem eserleri hem de yaşantısı ile ilgi çeken bir besteci. Bir konser öncesi salona girerken bir bayan koşarak yanına gelmiş ve “Sinyor ilk kez sizin aryalarınızı seslendireceğim ve çok korkuyorum’’ demiş. Ünlü bestecinin yanıtı kısa olmuş : “Ben de...’’

SCHUBERT ünlü Bitmemiş Senfonisi için bir dostuna şunları söylemiştir’. “Dostum bu eseri dinlerken gözlerinin önünde sağlığı asla düzelmeyecek, parlak ümitlerinden hiçbiri gerçekleşmeyecek, ve hayatı yarım kalacak bir insanı canlandırmalısın”. Bitmemiş Senfoni yıllarca hatta yüzyıllarca belleklerde bir soru olarak kalmıştır. Hatta 1920 yılında New York’da senfoninin bitirilmesi için bir yarışma açılmış ancak yarışmayı kazanacak nitelikte yapıt bulunamamıştır.

SMETANA onbir çocuklu bir ailenin çocuğu idi ve yaşamı zorluklar içinde geçti, ölümü ise oldukça acıklı oldu. Smetana çocukluğunda kendine Mozart’ı örnek almıştı. Hatta anı defterinde, ölümünden sonra daha çocukluk günlerinde yazdığı şu nota rastlandı. ‘’Kompozisyonda Mozart, teknikte ise Liszt olmak istiyorum.’’

BRAHMS müzik dünyasının bu asık suratlı devi, Beethoven’e özel bir hayranlık beslemiştir. Hatta dönemin müzik otoriteleri Brahms’ın birinci senfonisi için “Eğer Beethoven onuncu senfonisini yazsaydı, işte böyle birşey olurdu’’ demişlerdi. Brahms bir de Schumann’dan etkilenmişti. Schumann’a yazdığı bir mektupta “Senin müziğin de beni tıpkı Beethoven’ın müziği gibi etkiliyor. Yeni bir senfoni ya da üvertür duyunca kendimi o eser tarafından tutsak edilmiş gibi hissediyorum’’ diyordu..

HANDEL Almanya’da doğdu, İtalya’da gelişti ve İngiltere’de şana şöhrete ve paraya kavuştu. Hem cerrah hem de berber olan babası oğlunun müzisyen olmasını hiç istemiyordu. Handel evden kaçtı ve kiliselerde org ve klavsen çalmaya başladı. 25 yaşına gelince de Londra’ya gidip Britanya vatandaşlığına geçti ve İngiltere’nin en ilgi gören kişileri arasında yer aldı.

BACH ailesinin kökeni 1561 yılına, Hans Bach’a kadar iniyor. Bizim yoğun olarak bildiğimiz Johann Sebastian Bach ise 1695 doğumlu yani bilinen en eski Bach’dan 124 yaş küçük. İşin ilginç yanı Johann Sebastian Bach, ailenin 32. müzisyen bireyi. Ailenin ilk müzisyen bireyinin Hans Bach olduğu varsayılıyor. Johann Sebastian Bach değirmenci olan büyük büyük dedesinin bugün pek rastlanmayan besteleri için şöyle diyor “Rüzgarın çıkardığı sesi öylesine güzel işlemiş ki, iddia ederim öğüttüğü un müziği kadar güzel değildir’’.

PURCELL İngiltere’den ender çıkan bestecilerden biri. Ölümü ise hayli ilginç. Geceleri sadece saat onbire kadar evden çıkmasına izin verilen besteci yağmurlu bir gecede eve daha geç dönünce eşi tarafından içeri alınmamış ve yağmur altında bekleyerek soğukalgınlığından ölmüş. Purcell özellikle Kuzey Afrika ve Doğu temalarını da işledi. Hatta Gordiyon Düğümü adlı bir de senfonik şiir besteledi.

Not: Yazı alıntıdır.

 
          E-Mail Listesi

Güncellemelerden  haberdar olmak için mail listesine üye olun !

E-Mail Adresiniz:

İsminiz:
   Ekle  Çıkar  

                Linkler

 
 

 

     
 Copyright ©2005 - 2014 ercansahin.org