Saint-Simon 1711'de "garip ve
rahatsız edici bir düşünce"yi anlatmak için barok sözcüğünü kullanmıştır.
Fransız Akademisi sözlüğü de 1694'teki ilk baskısında Furetiére'in
tanımlamasını olduğu gibi benimsemiştir. 1740'taki baskı ise mecazi
anlamı benimsiyordu: düzensiz, tuhaf, eşit olmayan. Jean Jacques
Rousseau'ya göre "barok müzik, armoninin açık seçik olmadığı,
modülasyonlar ve uyumsuzlukla dolu entonasyonları güç ve hareketi zor
olan müziktir". Yapı sanatı ile ilgili ilk tanımla 1788 yılında "Encyclopédie
méthodique"te karşılaşılmaktadır: "mimarlıkta barok, tuhaflığın bir
nüansıdır". Öyle anlaşılıyorki bu isim, dönemin başlangıcında resim ve
heykel çalışmalarındaki değişikliklere gösterilen şaşırmış reaksiyon
sonucu çıkmıştır.
Rönesans dönemi, tüm sanat
dallarında sadelik, temizlik ve saflık dürtülerini güçlendirmesine ve
duyguları daha yumuşak bir anlatımla ifade etmesine karşın, özellikle
müzik alanında, sürekli kullandığı tekdüzelikden dolayı giderek sıkıcı
olmaya başladı. O kadarki, rönesans dönemi bestelerinin en belirgin
özelliği çalgıların aynı anda başlayıp aynı anda eseri bitirmeleri
olarak anlatılabilir.
Barok dönemle birlikte, müzik "kontrast" kavramı ile tanışır. Aynı
tınılardaki çalgılar birbirleriyle savaşırcasına, birbirleri ile
karşıtlık oluşturarak eserde yerlerini alırlar. Klasik Dönem sanatçıları
dahi, her ne kadar Barok dönem eserlerini karmaşık, süslü, zevksiz ve
abartılı olarak adlandırsalar ve "Barok" kelimesini aşağılayıcı manada
kullansalarda kendi kullandıkları ve günümüze kadar uzanan birçok armoni
kuralını bu dönemin ustalarınan öğrenmişler ve yer yer kopyalamışlardır.
150 yıla yayılan bir süreci etkileyen Barok akımı, kimi müzik
tarihçilerine göre 2, kimine göre 3 evreli bir dönemdir. Fakat herkesin
kabul ettiği ortak düşünce ise son dönem "Olgun Barok" Johann Sebastian
Bach'ın etkisi altında geçmiştir.
Barok müziğinin yapısında en belirgin
özellik, müzikde "kontrast"lar kullanılması olmuş ve bununla birlikte
konçertolar devri başlamıştır. Müziksel ifadeyi güçlendirmek için
kullanılan ses düzeyinin alçalıp yükselmesi Barok dönemde keşfedilen ve
gelişen işaretlerle başlar. Ortaçağ ve Rönesans'ta ses şiddeti, hep aynı
seviyede kullanılmaktaydı. Barok dönemde "Piyano - düşük ses" ve "forte
- gür ses" terimleri ile eserlerde ses şiddetinin önemi ve katkısı
görülmeye başlar.
Barok dönemin bir diğer yeniliği bu döneme kadar olan müzikal yapıda
bulunmayan ve eserin başka bir bölüme geçeceğini veya bittiğini belirten
bir olgunun kullanılmasıdır. Eserlerde kapanışlar ve geçişler daha güçlü
yer alır.
Kontrastlar üzerine kurulan Barok müzikte
ritmik yapıda da büyük gelişmeler olur. Rönesans'tan Barok müziğe
sıçrayan metine bağlı müzikal anlatım, konuşma dilindeki vurguların
abartılmasına neden olur. Barok dönemde doğan Opera ve kantatlar
günümüzde de aynı kurala bağlı kalınarak abartılı bir dilde
seslendirilirler. Barok dönemle beraber çalgı müziği büyük ilerleme
gösterir. Yalnız çalgılar için bestelenen yapıtlar çoğalır. Ses müziği
ve çalgı müziğinin birleştirilmesi de Barok dönemde filizlenir. Eşlik
görevi gören sürekli bas çalgıları ve insan sesi birleşir. Kontrast
oluşturmak amacıyla eşlik çalgıları tekdüze hareket ederken, vokal
hareketli ve süslü davranır. 16.yüzyılın sona ermesiyle birlikte İtalyan
besteciler madrigal adını verdikleri, şiirler üzerine yazdıkları çok
sesli müzikler üzerine yoğunlaşmaya başladılar. Monteverdi’nin opera
eserleri ve madrigalleri, barok dönemin ilk zamanlarının zirve noktası
olmuş ve daha sonra gelecek müziğe liderlik etmiştir. Dinsel bir tema
üzerine kurulu dramatik eserler olan oratoryolar, kökünü Roma’dan
alırlar. Avrupa’ya yayılması ise Alman-İngiliz besteci George Frideric
Handel sayesinde olmuştur. Bugüne kadar gelmiş geçmiş en önemli oratoryo
olan Messiah oratoryosu G.F.Handel tarafından İngiltere’de
bestelenmiştir (1741). Sonat, kendini barok dönemin ilk zamanlarında
bulmuş bir başka müzik tarzıdır. İtalya’da sonat, yavaş ve hızlı dans
parçalarından oluşan eser veya yavaş-hızlı kontrastlarıyla gelişen
eserlere denir(daha sonra bu tarz kiliselerde kullanıldı). Arcangelo
Corelli gibi her iki tarzda da müzik yapan besteciler olmuştur.
İtalya’nın dışında süit adı verilen dans parçaları yaratılmaya başlandı.
Süitler de büyük bir gelişimin habercisi olsalar da, sonatlar kadar
önemli bir kilometre taşı değillerdi. Süitler, kantatlarda olduğu gibi
tek bir çıkış noktasından hareketle iki veya üç bölümlü forma ulaşırdı (örneğin
Domenico Scarlatti’nin klavye sonatları gibi), Bach’ın bestelediği 1’den
çok formlu eserler gibi. İlk sonatlar, ya tek bir enstürman ya da küçük
bir grup için yazılırdı. 17.yüzyılın sonlarına doğru(barok dönemin
ortaları), bu sonat formu konçerto grosso şekline dönüştü. Solist grup
ise genellikle concertino (iki keman ve continuo) olurdu. Daha sonra ise
konçerto durumuna dönüştü. Bach’ın Brandenburg Konçertoları konçerto
grosso stilinin bu dönemdeki en iyi örneklerinden şüphesiz birisidir.
Ayrıca en az Bach’ın olduğu kadar, Antonio Vivaldi’nin solo konçertoları
da bu dönemin en önemli modellerinden oldu.
Sonat, konçerto ve vokal formları gelişiminin ortalarında, barok dönemin
bir başka önemli özelliği ortaya çıkmaya başladı : Tonalite. 16.yüzyılın
ortalarında eski kilise modları, yeni anahtar bağları konseptiyle yer
değiştirmeye başladı. Barok dönemle birlikte besteciler bir anahtardan
diğerine atlamaya başlamıştı. Zamanın kromatik müziğini üretmeye
başlamışlardı.
Zamanla, anahtarlar arasında ki bağ ve geçişler bir sistem halini aldı.
Bach’ın İyi Düzenlenmiş Klavye(Well-tempered clavier) adlı eseri bu bağı
anlamak için iyi bir örnektir. Bu eser ayrıca bir başka iki önemli barok
özelliği yapısı içinde barındırmaktadır : Prelüd ve füg.
Barok dönemin en gözde çalgıları klavsen ve harpsikort’tu. Bunlar
seslerin hafif veya kuvvetli çıkmasına olanak sağlamayan bir düzeneğe
sahiptiler. Oysa barok dönemde gelişen, müzikal anlatımı güçlendiren
müzik sembolleri ve o dönemde ihtiyaç duyulan hafif ve kuvvetli çalımlar
önemli bir unsur halini almıştı.
Barok dönemde icat edilmesine karşın dönemin bestecileri piyano için
eser yazmazlar. Klavsene göre cılız bir sese ve sert tuşeye sahip
piyanoya eser veren ilk besteci Muzio Clementi’dir. 1773’de daha on
sekizindeyken piyano için üç sonat yazmış, çalgıyı popüler hale
getirmiştir. Bach gibi ünlü Barok dönem bestecilerinin günümüzde
piyanoda çalınan eserleri aslında piyano için yazılmamıştır. Dolayısıyla
“piyano” ve “forte” gibi nüanslar ve “staccato” gibi çalım tekniklerinin
hiç biri eserlerin aslında yoktur veya çok azdır.
Bütün bu değişiklikler birbirlerine
paralel olarak geldi ve barok dönemi oluşturdular. Eski kurallardan ve
polifonik takıntılardan kurtulunması, yeni bir tarz ve kural geleneği
yapma gereğini doğurdu. Bu da, kadanslar veya armonik geri planlar
üzerine doğal olarak solistlik yapan, melodiyi ortaya çıkardı. Bu
armoniler içinde sequence(zincirleme)’i getirdi ve tüm bu armonik
gelişimler bir yandan da ritmik gelişmeleri doğurdu. Bas bölümleri, Orta
Avrupa dans müziğinin tipik ritmleriyle kaynaştı ve tüm bunlar barok
müziği barok müzik yaptı.
Barok dönemde müzik, modern müzikal dilin gelişiminde kuşkusuz en önemli
kilometre taşı olmuştur. Bu 1,5 yüzyıl içerisinde, müzikal formlar
değişip geliştikçe bir yandan da daha sonrasının ve bugünün müzik
standartlarını belirlemeye başlamıştı. Tonalite ve akor tonlaması çok
büyük önem taşımaktadır. Bir başka önemli özellik ise müziğin, bu
dönemde evrensel bir dil taşımaya başlaması, ulusallıktan çıkıp tüm
Avrupa ve dünyaya seslenmesidir.
BAROK
ÜZERİNE İLGİNÇ NOTLAR
Dr. Georgi Lozanov, ünlü Bulgar
psikoloğu, dakikada yaklaşık 60 vuruşluk bir tempo ile barok müziği
kullanarak yabancı dilleri öğretme konusunda bir yöntem geliştirdi.
Öğrencilerin öğrenmesi normalden çok daha kısa sürdü. Dönem içinde
öğretilecek olan normal sözcük bilgilerinin ve deyimlerinin yarısı
(1000'e yakın sözcük ve deyim) tek bir günde öğrenildi. Bunun yanında
öğrencilerin öğrendiklerini akıllarında tutma oranı ortalama %92'ydi!
Dr.Lozanov bu sonuçlarla belirli Barok parçalarını kullanarak yabancı
dillerin %85-100 verimle normal süreleri olan 2 yıl yerine 30 günde
öğretilebileceğini kanıtlamış oldu. Barok müzikle öğrenen öğrenciler
dört yıl boyunca kullanmasalar bile %100 doğrulukla ikinci dillerini
anımsayabilmişlerdir!
Binlerce öğrenciye sahip olan 'The Center for New Discoveries in
Learning' yıllardan beri hem derslerde hem de öğrencilerin ders
çalışmalarında müziğin kullanımını araştırmaktadır. Mozart ve belirli
Barok parçalar (dakikada 60 vuruşluk tempolarla kaydedilmiş olanlar)
kullanan öğrencilerin daha sakin olduklarını, daha uzun
çalışabildiklerini, öğrendiklerini daha uzun süre anımsayabildiklerini
ve öğretmenlerinden öğrendiğimiz kadarıyla daha iyi notlar aldıklarını
gözlemledik.
Doğru tempoda kaydedilmiş bu özel müzik parçaları en yüksek öğrenme/anımsama
etkisi için beynin sağ ve sol bölümlerini harekete geçirir. Müzik beynin
sağ tarafını harekete geçirirken çocuğunuzun okuduğu ya da sesli
söylediği sözcükler sol tarafı harekete geçirir. Araştırmaya göre bu da
öğrenme potansiyelini en az beş kat artırır. Kulağınız düzenli, saniyede
bir vuruşluk Barok müziğini duyduğunda kalbinizde tempoya uygun olarak
düzenli bir şekilde atar. Bu rahatlamış ve aynı zamanda zinde
durumdayken zihniniz daha kolay konsantre olabilir. Müzik, fizyolojik
durumumuzu karşılar ve onu etkiler. Ağır zihin çalışmaları gerektiren
işlerde nabzımız ve kan basıncımız artar ve genelde bu durumdayken
konsantre olmak daha zordur. Barok ve Mozart parçalarından tempoları
düşünülerek özellikle seçilmiş olan bazı CD'ler kan basıncınızı ve
nabzınızı düşürürken aynı zamanda öğrenme yeteneğinizi artırır. Ders
çalışırken, iş yerinizde ya da araba kullanırken Mozart, Vivaldi,
Pachabel, Handel ve Bach gibi bestecilerin müziklerini dinlemenin
yukarıda anlattığımız türde sayısız yararları vardır.
Batı’da Klasik müziğin dönüşümü,
kamusal alanda dolaşıma girmenin, müziği nasıl aristokrasinin
hegemonyasından çıkardığını gösteren canalıcı bir örnek. 18. Yüzyıl,
bilindiği gibi, Avrupa’da müziğin Barok yüzyılıdır. Haendel gibi, Haydn
gibi, Mozart gibi, Bach gibi, Barok müziğin büyük ustaları bu yüzyılda
vermişlerdir eserlerini. Ama Barok müzik, feodal aristokrasinin özel
alanına ait bir etkinlik olarak kalır bu yüzyıl boyunca... Werner
Stark’ın, The Sociology of Knowledge’da belirttiği gibi, Haydn, Kont
Esterhazy için müzik bestelemekte, bu müzik, Esterhazy Şatosu’nda, ona
ait olan özel alanda icra edilmektedir. (Haydn, bu şatoda, yemeklerini
Esterhazy Kontu’nun uşaklarıyla birlikte yemektedir!) Klasik müzik,
kamusal alanda dolaşıma girmemiştir henüz. Bu, ancak 19. Yüzyılda
gerçekleşecek ve mesela Beethoven’in müziği, kamuya açık alanlarda, bu
yüzyılda icra edilebilecektir..
Salon müzik ilişkisine örnek: Barok müzik, J.S.Bach dönemindeki
besteciler kiliselerde, belediye ve saraylarda veye bir operada
görevliydiler. Bu yerlerin ortak özellikleri küçük olmaları idi.
Genellikle dikdörtgen şeklinde yansıtıcı yüzeylere sahiptirler. Bu
akustik çevrelerdeki yankılanma süresi kısadır. Böyle bir çevrede
çalınan müzik çok parlak olur ancak seslerin dolgunluğu azdır. Klasik
dönem Haydn, Mozart, Beethoven, bu dönemdeki orkestrada 40 kadar çalgıcı
bulunuyordu. Yaylı, ağaç üflemeli, prinç üflemeli, vurmalı çalgılar
kullanılıyordu. O zamanki konser salonları şimdikilerden küçüktü.
Dinleyiciler ise 300-400 kişi kadardı. Bu salonlar, tümüyle doluyken
yankılanma süresi 1,5 s olmaktadır. 19 yy daha büyük yapılar inşaa
edildi ve süre 1,5 s- 1,8 s aralığına uzadı. Bu gün Klasik dönem
müzikleri için en iyi yankılanma süresi 1,5 –1,7 arsında kabul
edilmektedir. Romantik devir daha kişiseldir. Bestecinin duygularının
anlatımı önemlidir. Brahms, Wagner, Çaykovski, Debussy gibi bestecilerin
dönemidir. Daha dolgun seslere ve daha uzun yankılanma sürelerine
ihtiyaç duyulur. Bu dönemde yankı süreleri 2 s ye kadar uzamıştır. Bu
gün romantik müzikler için yankılanma süresi 1,9 s - 2,2 s arasında
kabul edilmektedir.
Barok Dönemde Tarihe Düşülen
Notlar
1604.....William Shakespeare Othello’yu yazdı
1607..... Kuzey Amerika’da ilk kalıcı İngiliz kolonisi Jamestown,
Virginia kuruldu
1609.....Galileo Galilei Jüpiter’in uydusunu keşfetti
1611.....İncil’in yetkili versiyonu King James Bible yazıldı
1618.....30 yıl savaşları başladı
1619.....İlk siyah köleler Virginia’ya ulaştı.
1625.....Francesca Caccini, tarihçilere göre ilk kadın besteci, La
Liberazione di Ruggiero besteledi ve Polanya’da 4. Wladyslaw’ın
resepsiyonun icra edildi.
1628.....William Harvey kan dolaşımını buldu
1631.....İngiltere’de Chloridia adlı eserin icrasında ilk profesyonel
kadın şarkıcılar yer aldı
1632.....Oughtred slide rule’ buldu
1633.....Engizisyon Galilei’yi söylediklerini geri almaya çağırdı
1639.....Fransa 30 yıl savaşlarına katıldı
1639.....Virgilio Mazocchi ve Marco Marazolli tarafından ilk komik opera,
Chi Soffre Speri Roma’da icra edildi.
1642 – 1646..... İngiliz iç savaşı
1647 – 1659..... Fransız – İspanyol savaşı
Fransız iç savaşı
1654 – 1667..... Rusya – Polonya savaşı
1655 – 1660 .....Brandenburg – Rusya savaşı
1660 ..... İngiltere’de monarşi yeniden kuruldu
1664 – 1666 ..... Newton yerçekimini buldu
1666..... İtalya Cremona’dan Antonio Stradivarius ilk kendi imzasını
taşıyan kemanı yaptı.
1666.....Newton ışık spektrumunu buldu
1671..... Leibniz toplama makinasını buldu
1675..... Londra’da St.Paul kathedralinin inşaatı başladı, Greewich
rasathanesi kuruldu. İlk ışık hızı ölçüldü.
1677..... Bakteri bulundu
1683.....Türkler Viyana’yı kuşattı
1687..... Türkler Mohaç savaşını kaybetti
1689 – 1697.....Kuzey Amerika’da İngiliz – Fransız savaşı
1696..... Thomas Savery Buhar makinasını keşfetti
1699.....Avusturya’lılar Macaristan’ı Türklerden geri aldı
1705..... Reinhard Keiser Octavia adlı eserinde ilk kez Fransız
kornalarını kullandı
1714 ..... Fahrenheit civalı termometreyi buldu
1725.....Vivaldi 4 Mevsim’i yazdı
1742.....Handel’in Messiah adlı eseri Dublin’de muhteşem bir seyirci
karşısında ilk kez sergilendi.
1752.....Büyük Britanya Gregorian takvimine geçti.
KLASİK
DÖNEM
Özellikle müzikte olmak üzere,birçok alanda sık sık kullanılan “klasik”
kelimesi, ülkelere ve çağlara göre çok değişik gerçeklikleri kapsar.
“Klasik”müzik “popüler” veya hafif diye adlandırılan müziklerin karşıtı
gibi ele alınabilir ve o zaman Pérotin den (ykl.1200)Pierre Boulez in
izleyicilerine (XX.yy sonu) kadar bütün yüksek (veya ciddi)Avrupa
müziğini içine alır. Bu bağlamda ( Avrupa dışı müziklerin tersine)
“klasik” müzik ile “çağdaş”müzik ayrımı yapılabilir ve çağdaş müzik,
mesela Debussy’den veya Boulez-Stockhausen kuşağından (1945)
başlatılabilir. Aynı şekilde klasik müzik, romantik müzikten,barok
müzikten,Rönesans müziğinden ve ortaçağ müziğindende ayrılmaktadır.Ne
var ki bu anlamda Lully ve Rameau’nun Versailles klasikçiliği ile Haydn,
Mozart ve Beethoven’in Viyana klasikçiliği, ne zaman, ne teknik, nede
estetik olarak biribirine karıştırılamaz; hatta bunların birinden
ötekine geçişi, çok önemli bir kültür olayı olan “Soytarılar savaşı”
(1752 de, Fransız müziği ile İtalyan müziği taraftarları arasında
Pariste çıkan sanat kavgası) simgeler.Edebiyatta olduğu gibi müziktede
“klasik”teriminin kullanılışı çok eski değildir (ilkin 1800 ler civarı)
ve “romantik” teriminden daha sonra kullanıldığı kesindir.Son olarak
şunuda belirtelim ki, Goethe’den itibaren, yani XIX.yy’ın başından beri
müzikteki klasik-romantik karşıtlığı, zihinleri, özellikle de yazarların
zihnini epeyce meşgul etmiştir.
Müzikte son baroğun en büyük temsilcisi
olan Bach 1750 de Leipzig de öldüğünde genç Haydn Viyana da ilk
eserlerini yazıyordu. Bu olaylar bir yüzyılı iki eşit döneme ayırır.
Birinci yarıya Bach hakimdir. İkinci yarıdaysa Haydn yepyeni bir sanat
ve toplum bağlamında, Mozart ile birlikte, Viyanayı en azından
yaratıcılık açısından, Avrupanın müzik merkezi haline getirir. Bu iki
besteci xvııı. yy ın ikinci yarısıyla özdeşleşir. Sonraki kuşaklar
geriye dönüp baktıklarında böyle düşüneceklerdir. Özellikle Bach,
ortaçağdan ve Rönesans’tan devralınan birikimi en uç noktasına ve
zirveye ulaştırmıştır. Oysa onun çağdaşı olan bestecilerin büyük bir
kısmı, besteleme tekniklerinin sadeleştirilmesi , armoni ve çokseslilik
(kontrpuan) yerine melodiye öncelik verilmesi gibi eğilimler
göstermektedir. Bach’ın ölümünden hemen önceki ve hemen sonraki
dönemlerde Bach’a oranla kesin bir yüzeysellik görülür. Yeni melodi
anlayışı ileride daha da güçlenecektir, ama kompozisyon yoğunluğu
bakımından bu yeni anlayışın yol açtığı kayıplar, yeni bir çokseslilik,
yeni bir yoğunluk ve yeni bir müzik düşüncesi getiren Haydn ve Mozart
dehaları sayesinde ancak 1780’e doğru telafi edilecektir. Haydn ve
Mozart yetişme döneminde eserlerinin tek bir notasını bile bilmedikleri
Bach’ın üslubundan çok uzaktır. İkisinin de üslubunun ilk belirtileri,
Bach’ın ölümünden epeyce önce ortaya çıkmıştır ve Bach’ınkinden çok daha
fazla Telemann, Scarlatti gibi çağdaşlarının ve 1710 dolaylarında doğmuş
olan ve bazılarınca ön-klasik diye nitelenen bestecilerin üslubundan
izler taşır. Ön-Klasik denilen besteciler Kuzey Almanya’da Carl Phillip
Emanuel Bach (Johann Sebastian’ın dört müzisyen oğlunun ikincisi),
Mannheim’da Johann Stamitz, Viyana’da Mathias Georg Monn ve Georg
Christoph Wagenseil ve Milano’da Giovanni Battista Sammartini’dir.
İtalyan opera bestecilerinin ve Johann Adolf Hasse gibi, Italyan olmayan
ama İtalyan tarzı operalar yazan bestecilerin de apayrı bir yeri vardır.
En azından XX.yüzyılın ortalarına kadar, Haydn (1732-1809) ve Mozart’ın
(1756-1791) son eserleri ve Beethoven’in hemen hemen bütün eserleri,
bestecilerin ve dinleyicilerin düzeylerini belirleme konusunda
mihenktaşı sayılacaktır. Özellikle bu anlamda bu üç besteci “klasik” tir.
Onlar tarihte keşfedilmeye ihtiyaçları olmayan ilk bestecilerdir. Bu
onlardan önceki bütün bestecilerin büsbütün unutulduktan sonra
XX.yüzyılda yeniden hatırlandığı ve Haydn ve Mozart’ın eserlerinin (hiçbir
zaman Bach gibi bir köşede keşfedilmei beklememişlerdir), 19. yüzyılda
da günümüzdeki kadar tanındığı, anlaşıldığı ve çalındığı anlamına gelmez.
Ama Haydn ve Mozart, kendi dönemlerinden günümüze kadar repertuvarda ve
dinleyicinin zihninde çok sağlam bir yer edinmişlerdir. Aslında, onlar
en büyük eserlerini, o dönemde ortaya çıkan ve istensin veya istenmesin,
bugün de müzik hayatımızın temelini oluşturan konserler için
yazmışlardır. Aynı şekilde senfonik orkestrayı yarattılar ve (özellikle
Haydn) yaylılar dörtlüsünden senfoniye kadar yeni türlerin parlak
örneklerini verdiler. Bu bestecilerin piyano sonatlarını ve (özellikle
Mozart tarafından) temelden değiştirilen konçerto türündeki eserlerini
ve operalarını da anmak gerekir. Senfonik müziği (veya orkestra müziğini)
oda müziğinden ayırdılar ve Germen, hatta Viyana müziğinin, birbuçuk
yüzyılı aşkın bir süre boyunca bütün Avrupa’ya hakim olmasını sağladılar.
Nihayet, bu müzisyenler sanatçının özgürlüğü ilkesini iktidarlara ve
topluma kabul ettirdiler.
Klasik üslup 1780-1815 arasında en parlak dönemini yaşadı. Bu dönemde
Avrupa’da Fransız devrimini hazırlayan olaylar, sonra devrim, hemen
ardından patlak veren olaylar yaşandı. Kökenlerine eğinildiğinde görülür
ki Viyana, 1750’ye doğru diğerleri gibi bir merkezdir. Ama en küçük bir
kuramsal spekülasyona girişmeksizin denebilir ki, Viyana
üslubu-Başlangıçta,mesela Mannheim üslubundan daha az şaaşalı daha az
heyecan yaratıcıdır- Ama çok geçmeden ( Haydn’ın 1760’lardaki
senfonileriyle kesin olarak), en ileri ve en anlamlı biçimsel ve tonal
arayışlarla özdeşleşmiştir. Ve sonunda, 1800 insanları için, tek başına
(veya hemen hemen) orkestra müziğinin ve yüksek düzeyli oda müziğinin
temsilcisiydi, hatta Viyana üslubu, orkestra müziğiyle tamamen
özdeşleşti. Bu bakımdan İtalyadan ve 1789 öncesi ve sonrası Fransasından
olduğu kadar, kurumsal etkinliklerin yoğun olduğu, ama Viyana okulunun
üstün başarılarıyla kıyaslanabilecek hiçbirşey ortaya koyamayan Kuzey
Almanyadan da ayrılır ve Empfindsamkeit tan doğrudan doğruya romantizme
geçer. Öte yandan Viyana üslubu, yanlız Kuzeyin ve Güneyin (Italya)
değil, Doğu ve Batının da(Haydn, Slav dünyasının çok yakınında doğmuştur)
birleştiği bir yer olarak görünür. Son olarak şunu da belirtmek gerekir
ki, Viyana üslubunda yanlız değişik halkların değil, değişik toplumsal
katmanların duyguları da (1770 e doğru, Kuzey Almanya’da Haydn’ın avama
yönelik üzlup özelliklerine karşı gösterdiği sert tepkiler, bunun
kanıtıdır) biraraya gelmiştir. Viyana üslubu kültürlü kesime yönelik
olanla basit halka yönelik olanı da, aristokratik olanla amiyane olanı,
hiçbirine hiçbirşey kaybettirmeden birbirine karıştırdı ve bunların
evrensele yönelen bir sanat dünyası doğurduğunu kabul ettirdi.
Bu insanca özelliklere, 1780lerde, 2. Joseph’in hükümdarlığı döneminde,
Viyana'nın aydınlanma ruhunun getirdiği entellektüel bir kaynaşma ortamı
oluşu da eklendi. Haydn ve Mozart, bu arada olgunluk dönemindeydiler ve
bu ortamdan beslenmeyi bildiler. Mozartın sihirli flütü (die Zauberflöte
1791) bunun kanıtıdır, bu eser Viyana ruhunu, dolasıyla dönemin özünü
yüceltmiştir. Buna tepkiler gecikmedi, ama Haydn, Yaratılış (1798) adlı
oratoryosuyla Beethoven Fideliosuyla (1805-1814) hatta “Metternich
Sistemi” sırasında 9. Senfonisiyle (1824) geleneği sürdürdü. 9. Senfoni,
bütün insanların kardeş olduğunu ilan etmekle kalmayıp, kesinlik
taşıdığı bir çağdan kaynaklanan son sarsıntıdır.
MODERN
DÖNEM
Bu dönemi adlandırmada genel kabul görmüş bir terim yoktur. Çağdaş Müzik
veya 20. Yüzyıl müziği gibi adlandırmalar yapılabilirse de özellikle
ikincisi yüzyılın ortalarında yaşamış olan Rachmaninov, Sibelius ve R.
Strauss’ uda kapsadığından uygun olmayabilir.
Yeni müzik terimi bu müzik türünün felsefesini ve 19. Yüzyıl
romantizmine karşıt olan arayışları daha iyi tanımlayacaktır.
Yeni müzik Alman Avusturya romantizmine ve onun temsil ettiği herşeye
bir başkaldırıyı simgeler. Değişik besteciler değişik tekniklerle
başarılı örnekler oluşturmuşlardır. Bu müzik türünde
Empresyonizm,Romantizm yada Barok dönem de olduğu gibi belli bir stil ya
da kalıp yoktur. Besteciler belli bir tekniğe bağlı kalmak yerine birini
denedikten sonra bir başkasına geçmekte bir sakınca görmemişlerdir.
Başkaldırış eser adlarında da kendini göstermektedir. Buna örnek olarak
Erik Satie’nin “Like a nightingale that has a toothache” ve Trois
Morceaux’ un “Three pieces in the form of a pear” gösterilebilir. Bunlar
son yüzyılın romantik başlıklı senfonik şiirlerine bir reaksiyon olarak
görülmektedir.
1.Dünya Savaşı sonrası bazı bestecilerin eserlerinde caz esintileri de
görülür. Örn: Stravinsky “Ragtime” 1918, Copland’ın “Two Blues”1926.
Bilimdeki gelişmelere paralel
olarak radyo konser salonlarına gidemeyen milyonları dinleyici haline
getirmişti. Randall Thompson’un Süleyman ve Belkıs operası radyo
istasyonları tarafından telif ödenerek yayınlanmıştı. 1929’dan itibaren
sesli çekilmeye başlayan sinema filmleri bestecilere yeni imkanlar
yaratmıştır. Fonograf’ın icadı ile dünyanın en izole bölgelerinde bile
insanlara müziği istedikleri repertuarla dinleme imkanı yaratmıştır. Son
olarak Televizyon kitle iletişimini en üst düzeye çıkarmıştır.
JOHN CAGE 1912-1992
Klasik müzik eğitimi görmüştür.
Batı müziğinin ve bireysel anlatımın dışına çıkmak amacıyla Cage
müziğinde teyp,plak kayıtları ve radyodan da yararlanmıştır. Müziği
oluşturan bütün etkinliklerin tek bir doğal sürecin parçası olduğu
sonucuna varmıştır.
Amacı dinleyicilerin kulaklarını süzgeç gibi değil huni gibi kullanmaya
özendirmek,bestecinin seçtiği seslerle yetinmeyip ortamda ses adına ne
varsa algılamalarını sağlamaktı. Buna ulaşmak için müziğinde
belirlenmemişlik ilkesini gerçekleştirdi. Rastlantısallığı sağlamak ve
böylece yorumcunun kişisel beğenilerinin araya girmesini önlemek
amacıyla çeşitli yollara başvurdu. Örneğin yorumcu sayısını ve çalgı
türlerini önceden belirlememeyi,seslerin ve bölümlerin uzunluğunu
saptamamayı,uyulması zorunlu nota yazımından kaçınmayı ve bölüm
sıralamasında rastlantısallığı korumayı denedi.
Cage’in en tanınmış yapıtları,
yorumcunun hiçbirşey çalmadığı Dört dakika otuzüç saniye 1952,rastgele
istasyonlara ayarlanan 12 radyo 24 yorumcu ve bir orkestra şefi için
Düşsel manzara No:4 1951, sonatlar ve interlüdler1946-48,Fontana
Mix1958, Ucuz taklit1969 sayılabilir.
BELA
BARTOK 1881-1945
Macar besteci 22 yaşındayken
1848-49 devriminin önderi ve Ferenc’in babası Lajos Kossuth’un yaşamını
anlatan senfonik şiirini yazdı.İlk çalınışında Avusturya milli marşının
karikatürize edilerek seslendirilmesi bir skandala yol açtıysa da çok
beğenildi. Opus 7 Birinci Dörtlü’sünde(1908-09) bir oranda duyumsanan
halk müziği etkisi sonrakilerde tümüyle özümsenmiş ve yapıtlarının
içinde erimişti. Opus 17 İkinci Dörtlü (1915-17) Batok ‘un Kuzey
Afrika’ya yaptığı derleme gezisini yansıtan Arap motifleriyle
süslüydü.Üçüncü ve dördüncü dörtlülerde1927-28 daha yoğun ses
uyuşumsuzluğundan yararlanılmıştı. Beşinci1934 ve altıncıda 1939 ise
tekrar geleneksel armoniye dönüldüğü gözleniyordu.
Meslek yaşamının başında Fransız etkisinde kaldığı için erken dönem
yapıtlarında politonalitenin bazı belirtileri görülür.Ama daha sonraları
bu
malzemeden yararlanmadı.Onun yerine
Doğu Avrupa en çok da Macar ve Rumen halk usluplarını araştırdı. Müziği
her ne kadar armoni açısından yoğun ve karmaşıksa da kökünü halk
müziğinin modal dizilerinden dikkatle seçilmiş armonilerden kurulu bir
tonaliteden alıyordu.
Bartok 2 Kasım 1936 da Türkiye’ye geldi. İstanbul Belediye konservatuarı
arşivinde çalışmalar yaptıktan sonra 4 Kasım 1936 da A. Adnan Saygun ile
birlikte üç konferans verdi. Gene Saygun ile birlikte Adana’nın Osmaniye
ilçesi Toprakkale ve Çardaklı köylerine giderek göçerlerin müziğini taş
plaklara kaydetti.
Müziği ve tutumu Nazilerle ittifak halinde olan Macar Yöneticilerin ve
Kilisenin tepkisini uyandırmış ve vatana ihanetle suçlanmıştır.Çoğu
Yahudi olan birtakım önemli bestecilerin yapıtlarının Nazilerce
yasaklanması üzerine Goebels’e bir mektup yazarak kendisininde aynı
listeye alınmasını yapıtlarının Almanya ve ona bağımlı ülkelerde
çalınmasına izin vermediğini bildirdi. 1939 da Ahmet Adnan Saygun’a
yazdığı mektupta ülkesinden ayrılmaya kara verdiğini ve Türkiye’de
çalışabileceğini söylediyse de başvurusu yanıtlanmayarak Türkiye’ye
gelmesine olanak verilmedi. Bunun üzerine ABD’ye gitti.
Yapıtlarında Stravinski gibi aksak usulü kullanan Bartok müzikte o
zamana değin bulgar ritmi olarak adlandırılan bu ritm için Rumen
etnomüzikolog Constantin Brailoui ile birlikte Türkçedeki aksak terimini
önermiş ve bunu müzikolojiye yerleştirmiştir.
IGOR STRAVINSKY 1882-1971
Rus asıllı besteci 1 Dünya Savaşı Yıllarından başlayarak sürekli Rusya
dışında yaşamı özellikle Ateş Kuşu1910,Petruşka 1911, Bahar Ayini 1913,
ve Orpheus 1947 gibi bale müzikleriyle ünlenmiştir.
Stravinsky,20. Yüzyıl müziğine büyük katkıda bulunmuş, kendine özgü
eleştirel tutumu özellikle ölçü,tempo, ses gürlükleri açısından önemli
sonuçlar doğurmuştur.Bileşik ölçülü asimetrik kalıpları araştırmış,
müzik cümlelerinde kullandığı figür ve motifleri uzatarak veya çıkararak
simetrik cümleleme geleneğini yıkmıştır.Müziğe yeniden kazandırdığı
şaşmayan vuruş duygusu birçok bestesinin dansa uygun düşmesine yol
açmıştır.
ARNOLD SCHOENBERG 1874-1951
Avusturya asıllı ABD li besteci
oniki ton müziğinin yaratıcısı,20. Yüzyılın en etkili öğretmenlerinden
biridir.
1899 da yazdığı “Aydınlık gece” adlı yaylı çalgılar altılısı sanat
yaşamında önemli bir adımdır.Richard Dehmel’in aynı adlı şiirinden
esinlenen bu romantik yapıt yaylı çalgılar altılısı için yazılmış ilk
programlı müziktir. Bütünlüğü müzik dışı bir öykü ya da imgeye dayanan
yapısı ve armonileri yüzünden Viyana’daki tutucu program komitelerinin
tepkisini çeken yapıt ancak 1903 de seslendirildi ve bu kez dinleyicinin
tepkisiyle karşılaştı. Sonraları ise hem ilk biçimiyle, hem de
Shoenberg’in yaylı çalgılar orkestrası için yaptığı düzenlemeyle
bestecinin en sevilen yapıtlarından biri oldu.
Belli bir döneme kadar bestecinin bütün yapıtları tonaldi,ama armoni ve
melodileri karmaşıklaştıkça tonalite önemini yitirmeye başladı. 19 Şubat
1919 da tonal kompozisyon düzeninden tümüyle yoksun ilk yapıt olan
Opus11 No:1 piyano konçertosunu bitirdi.
Zengin armoni ve melodi olanaklarını değerlendirmesine yardımcı olacak
yeni bir bütünleştirici ilke aradığı bu dönemin sonunda yalnızca
birbiriyle bağlantılı oniki ton kompozisyon yöntemini buldu.Temmuz 1921
de bu türün ilk örneği olan Opus12 Piyano suitine başladı.
Karşılaştığı bütün muhalefete rağmen 1. Dünya Savaşı sonrası
Shoenberg’in müziği artan ölçüde övgü topladı ancak besteci yaratıcı
çalışmalarının olnak verdiği elektronik müzik devrimini görecek kadar
yaşamadı.
AARON COPLAND 1900-1990
Copland’ın besteci olarak gelişimi dönemin belli başlı eğilimlerini
ortaya koyarilk başta müziğinde caz ritimleri kullanan besteci daha
sonra Stravinsky'’in yeni klasik tutumunun etkisinde
kalmıştır.Kendisinin ses gürlüğü "sonorite” bakımından daha tutumlu,
doku bakımından daha denetimli olarak tanımladığı soyut bir üsluba
yöneldi.Bu yöneliş Copland’in sanatındaki en verimli dönemin açılmasına
neden oldu. Copland ayrıca radyo ,fonograf, ve sinema gibi yeni iletişim
araçlarıyla modern müziğe yatkın bir izleyici kitlesinin de
yaratıldığını farkındaydı. 1930 lardan sonra geniş bir dinleyici
kitlesine seslenebilmek amacıyla müziği basitleştirme çabalarına katıldı.
EDGARD
VARESE 1883-1965
Fransız asıllı ABD li besteci ses üretim tekniklerinde yaptığı
yeniliklerle tanınır. Disonant ve temasız, ritim açısından da asimetrik
olan müziğini uzaydaki ses cisimleri olarak tasarladı. Elektronik ses
donanımından yararlanma fırsatını bulduğu 1950 lerin başlarından sonra
da elektronik müziğe ağırlık verdi.Brüksel dünya fuarı için yazmış
olduğu elektronik şiirde (1958) sesin 425 hoparlörle yayılmasını öngördü.
GUSTAV MAHLER 1860-1911
Yahudi asıllı Avusturyalı besteci.
Çağdaş müzik eleştirmenleri Mahler’in müzikteki değişim dönemini güçlü
bir şekilde etkilemiş olduğunu kabul etmektedirler. Onun yapıtlarında
20. Yüzyılda kullanılan köklü yöntemlerin habercisi niteliğinde ögelere
rastlanır.Bu yöntemler arasında ilerleyici tonalite (bir yapıtın
başladığı tonaliteden farklı bir tonaliteyle sona ermesi),tonalitenin
çözülümü(kromatikliği ya da o tonaliteye yabancı akorları sürekli
kullanarak tonalite duygusunu bulanıklaştırma),büyük orkestra içindeki
solo çalgı grupları için iç içe örülü melodiler üzerine kurulmuş
kontrapuntal bir yapıyı yeğleyerek orkestranın tümünün ürettiği
armoniden kopuş,temaları tekrarlamak yerine sürekli değişen temalar
kullanma, popüler üsluplardan ve günlük yaşamdaki seslerden (kuş,boru
sesleri vb.)alaycı alıntılar yapma ve Liszt’in çevrimsel biçim’inden(bir
yapıttaki temaların başka yapıtlara aktarılması) ustalıkla yararlanan
teknikleri benimseyerek senfonide biçim yönünden yeni bir birlik sağlama
sayılabilir.
Sanatının kişisel içeriğini ise en çok çağının hak ve özgürlüklerden
yoksun insanının tinsel çalkantısını başka herhangi bir besteciden çok
daha fazla yaşamış olması etkilemiş, bu da onun kişiliği ile müziğini
özdeşleştirmiştir.
******************************************
Klasik Müzik Tarihinden Bazı İlginç
Notlar
ROSSİNİ
hem eserleri hem de yaşantısı ile ilgi çeken bir besteci. Bir konser
öncesi salona girerken bir bayan koşarak yanına gelmiş ve “Sinyor ilk
kez sizin aryalarınızı seslendireceğim ve çok korkuyorum’’ demiş. Ünlü
bestecinin yanıtı kısa olmuş : “Ben de...’’
SCHUBERT ünlü Bitmemiş Senfonisi
için bir dostuna şunları söylemiştir’. “Dostum bu eseri dinlerken
gözlerinin önünde sağlığı asla düzelmeyecek, parlak ümitlerinden hiçbiri
gerçekleşmeyecek, ve hayatı yarım kalacak bir insanı canlandırmalısın”.
Bitmemiş Senfoni yıllarca hatta yüzyıllarca belleklerde bir soru olarak
kalmıştır. Hatta 1920 yılında New York’da senfoninin bitirilmesi için
bir yarışma açılmış ancak yarışmayı kazanacak nitelikte yapıt
bulunamamıştır.
SMETANA
onbir çocuklu bir ailenin çocuğu idi ve yaşamı zorluklar içinde geçti,
ölümü ise oldukça acıklı oldu. Smetana çocukluğunda kendine Mozart’ı
örnek almıştı. Hatta anı defterinde, ölümünden sonra daha çocukluk
günlerinde yazdığı şu nota rastlandı. ‘’Kompozisyonda Mozart, teknikte
ise Liszt olmak istiyorum.’’
BRAHMS
müzik dünyasının bu asık suratlı devi, Beethoven’e özel bir hayranlık
beslemiştir. Hatta dönemin müzik otoriteleri Brahms’ın birinci senfonisi
için “Eğer Beethoven onuncu senfonisini yazsaydı, işte böyle birşey
olurdu’’ demişlerdi. Brahms bir de Schumann’dan etkilenmişti. Schumann’a
yazdığı bir mektupta “Senin müziğin de beni tıpkı Beethoven’ın müziği
gibi etkiliyor. Yeni bir senfoni ya da üvertür duyunca kendimi o eser
tarafından tutsak edilmiş gibi hissediyorum’’ diyordu..
HANDEL
Almanya’da doğdu, İtalya’da gelişti ve İngiltere’de şana şöhrete ve
paraya kavuştu. Hem cerrah hem de berber olan babası oğlunun müzisyen
olmasını hiç istemiyordu. Handel evden kaçtı ve kiliselerde org ve
klavsen çalmaya başladı. 25 yaşına gelince de Londra’ya gidip Britanya
vatandaşlığına geçti ve İngiltere’nin en ilgi gören kişileri arasında
yer aldı.
BACH ailesinin kökeni 1561 yılına,
Hans Bach’a kadar iniyor. Bizim yoğun olarak bildiğimiz Johann Sebastian
Bach ise 1695 doğumlu yani bilinen en eski Bach’dan 124 yaş küçük. İşin
ilginç yanı Johann Sebastian Bach, ailenin 32. müzisyen bireyi. Ailenin
ilk müzisyen bireyinin Hans Bach olduğu varsayılıyor. Johann Sebastian
Bach değirmenci olan büyük büyük dedesinin bugün pek rastlanmayan
besteleri için şöyle diyor “Rüzgarın çıkardığı sesi öylesine güzel
işlemiş ki, iddia ederim öğüttüğü un müziği kadar güzel değildir’’.
PURCELL İngiltere’den ender çıkan
bestecilerden biri. Ölümü ise hayli ilginç. Geceleri sadece saat onbire
kadar evden çıkmasına izin verilen besteci yağmurlu bir gecede eve daha
geç dönünce eşi tarafından içeri alınmamış ve yağmur altında bekleyerek
soğukalgınlığından ölmüş. Purcell özellikle Kuzey Afrika ve Doğu
temalarını da işledi. Hatta Gordiyon Düğümü adlı bir de senfonik şiir
besteledi.
Not: Yazı alıntıdır. |